Sunday, 31 January 2010

maskesiz

maskesi düşmüş bir hüzündü izmir, maskesi düşmüş ve ardı ardına inleyerek uyandığı kabusları vardı heybesinde gecelerinin. izmir bu noktada sadece kendisiydi, gidebileceği en uzak ancak O'na en çok benzeyen kent. birbirine paralel iki sokağı arasındaki fark uzaktakinin gülüşü ve kızışı arasındaki fark gibi ağırdı. hiç olmadığı bu sokaklarda izlerinin olması ne garip, kabus çöreklenmede güne de.

geceleri solumasını sekteye uğratan anılar gündüz anlatılar halinde kendi isteği ile ses buluyordu, bazen küçük bazen yaşıt oluyordu dinleyen ama anlatan hala eski adamdı seneler geçse de değişmeyecek hüznü ile. o kokuşmuş kıyafetleri altına sakladığı yaraları ise rakısız çekilmez oluyordu.

ve rakı içmenin en güzel halinin anlatılanların aksine deniz kenarında, fasıl ya da eski şarkılarla değil de başkentin bozkırında ağlayarak olduğunu öğrendiğinde ne geç olmuştu oysa.

birinde sakarya'da içmişlerdi rakıyı, karşılıklı ağlayarak, terk eden de terk edilen de ağlarken kim bilir neler düşünüyordu o meyveleri getiren garson? ya da ne düşünüyordu arka masadaki kadın ağlarken göz göze geldiklerinde?

"-çok sevdim biz'i."

"-öldürmeyeydin iyiydi."

(devamı gelecek muhtemelen)

0 comments:

Post a Comment